Aboneliğe dayalı iş modelinin tarihi 1500’lere kadar uzanıyor. Arupalı harita yayıncıları, müşterilerini yeni yeni yerler keşfedilip, fethedilip, el değiştirdikçe evrimleşen haritalarının gelecekteki baskılarına abone olmaları için teşvik ederdi. Jeopolitik manzara değişiyordu ve harita yayıncıları kendilerine dünyanın keşiflerini haritalarına işleyebilmeleri için gerekli sermayeyi sağlayan haritaların gelecekteki fasiküllerine asil ve akademik tabakadan üyelerin sadakatini almalıydılar.
Bu model, daha sonra 17. yüzyıl Avrupasının süreli yayınları olan ilk gazete ve dergilere uyarlandı. En sonunda abonelik modeli enformasyon yayıncılığında standart iş modeline dönüştü. Okurların genel kültür yayınlarına üyeliği talep edildi. Böylece, abonelik ücretleri, reklam gelirleriyle beraber, editoryal ürünün çıkarılması ve her bir okuyucuya postalanması için gerekli olan giderleri finanse etti.
Bu trend, zengin olabilmek için güvenilir bir yol olarak 20. yüzyıla kadar devam etti ve William Randolp Hearst, Rupert Murdoch gibi yayıncıların servetlerini abonelik bazlı gazete yayıncılığından edinmesini sağladı.
Ancak, yayıncılık ekonomisi, dağıtım giderlerini ortadan kaldıran ve müşterinin içeriğe ücretsiz erişim beklentisi içinde olduğu internetin yükselişi ile birlikte bozuldu. Internet, sadece müşteride ücretsiz içerik beklentisi oluşturmakla kalmadı, müşterinin ilgilendiği içeriği daha ezoterik hale geldi. Wired’ın eski editörü Chris Anderson’un çok satan kitabı Uzun Kuyruk‘ta anlatıldığı gibi dünyanın bütün içeriği şimdi sadece bir Google araması uzakta ve bizler artık ana akım yayıncıların sağladığı bilgi ile tatmin olmuyoruz. İçeriğe olan iştahımız özelleşti. Curling sporunu seviyorsanız, bir kış sezonunda birkaç tane curling hikayesi basacak olan herhangi bir gazeteye elinizi bile sürmeden curling hakkında istediğiniz kadar bilgiyi internetten ücretsiz edinebilirsiniz.
Böylece geleneksel yayıncılık modeli iki yönden ateş altındaydı:
- Bilgi metalaşmaya başlamıştı ve bizim ona karşı iştahımız özelleşmiş bulunuyordu.
- Dergiler ve gazeteler, postalama giderleri sebebiyle editoryal bütçelerini kısmaya başlamışlardı.
Zamanla içerik o kadar kötü olmaya başladı ki, insanlar kaliteli içerik için para ödemeye değer olduğunu fark etmeye başladılar ve abonelik bu kez bilgi endüstrisinde yeni bir hayata başladı.
İlk olarak Wall Street Journal 1997’de cesur bir kararla içeriğini bir paywall arkasına koydu ve 18 ay içinde 200.000 müşteri edindiler. 2007’de Financial Times, “ölçülebilir model” adında paralı içerik sistemini hayata geçirdi. Okurlar, üye olmaları istenmeden önce 10 makaleye ücretsiz erişebiliyor, üyelik sonrası üstüne 30 makale ile ödüllendiriliyorlardı. Bu 30 adeti de tüketince 325 dolara kadar olan yıllık abonelik isteyip istemedikleri soruluyordu. 2011 yılında Wall Street Journal 1 milyon para ödeyen internet abonesi edinmişken, -dünyanın en etkin medyası olduğu iddia edilen- New York Times 2013 yılı itibariyle kendisine 700.000 abone kazandıracak olan ölçülebilir paywall‘u devreye sokuyordu.
Wall Street Journal paywall’u bir kenara bıraktığı sırada, Silikon Vadisi aboneliğe dayanan iş modeline aşık olmuştu. 1990’ların sonunda, Onvia ve benzeri uygulama servis sağlayıcıları, kullanıcılarının yazılımlarını CD’den yüklemeleri yerine bilgisayar uygulamalarına abonelik esasına dayanan bir modeli hayata geçirdi. 2000’li yollardan itibaren, bu iş modeli Salesforce.com ve Constant Contact gibi “bulut-bazlı” şirketlerde yaşamını sürdürmeye devam etti. Böylece Hizmet Olarak Yazılım (SaaS) doğmuş oldu.